top of page

İlk Sinema Filmim

Böyle yazınca çok artistik oldu tabi ama aslında hikaye benim gittiğim ilk sinema filmini anlatıyor. Yani zaten başkalarının yapıp çektiği ve benim de seyirci olarak hazıra konduğum film. Daha sonrasında kendi çektiğimiz bir filmi de sinemada izledik ama o konuya şu an hiç girmiyorum.

Sene 1993.

Eylül-Haziran arası okul mesaimi oldukça iyi ve verimli geçirdikten sonra haziran ayı itibariyle benim için “Sanayi Günlükleri” başladı.

Okul biter bitmez sol üst cebinde ağzında mektup tutan bir güvercin işlemeli mavi önlüğümü dolaba koydum ve hemen evdeki en pislenmeye müsait ya da kaybolsa umursamayacağım şeyleri üstüme çekerek kendimi pazartesi sabahı saat sekizde dükkânda buldum. Bizim dükkan Sefaköy’ün en işlek caddesinde. Yanımızda La Bella diye bir İtalyan bozması butik var, diğer yanımızda nalbur Hüseyin abinin dükkanı, onun yanında Oto Metin. Kapının önünden her gün tüm sefaköy akıyor biz de izliyoruz.

O dönem ağırlıklı olarak ananem ve dedemle birlikte kalıyorum tabi. Yoksa her sabah kim getirip götürecek beni. O dönem yaktığın benzine değecek bir iş yapma kapasitem de yok. Haliyle bizde kalsın deyip açıverdiler çekyatı.

Evin son çocuğu olan teyzemde tabi bizimle beraber. Teyzem diğer üç kardeşinden çok farklıdır. Hala da öyle. Aksiyon sever. Normal hayat ona göre değil. O yüzden okulu bırakıp dükkanda bizimle çalışıyordu mesela. Modelist oldu, stilist oldu, parçacı oldu, titancı oldu, kuaför oldu. Oldu da oldu.

Neyse, her sabah dedemle birlikte kalkıyoruz (eğer cesaretin varsa kalkma), otuz beş saniye içerisinde kıyafetlerimi giyip, anahtarları alıp iniyorum aşağıya. O zaman ananemlerin evi ile dükkân arası takribi beş yüz metre. Arnavut kaldırımlarının yeni yapıldığı dönemler, çok havalı olduğu için asfalttan değil kaldırımdan yürüyoruz. Asfalttan yürüyünce ezilme tehlikemiz değil Arnavut kaldırımındaki fiyakamız önemli. Demet şarkısını bile yapmış. “Dün seni gördüm rüyamda, Arnavut kaldırımlı taş sokakta” . Ben de her Sefaköy’lü genç gibi oranın hep sefaköy olduğunu hayal ediyorum.

Önce camiyi geçiyoruz, dedem Mahmut Hoca’ya selam veriyor, Mahmut Hoca bana “bekliyorum ha” bakışını atıyor, hep beraber sokağı bitirip ana caddeye ulaşıyoruz, yanda neredeyse her gün aynı renk kıyafetleri giyen Nalbur Hüseyin abi ve siyah terliklerine “selamünaleyküm, hayırlı işler” diyerek rutin dükkân açılış törenine başlıyoruz. Dükkân açmak bir ritüeldir, ibadettir, şiirdir, dinlemekten sıkılmadığın bir şarkıdır. Kepenklere eğilirsin, asma kilitlere doğru yumuşacık yaklaşırsın, doğru anahtarla doğru kilidi buluşturup tık sesini duyunca yerinden oynayan kilidi elinde çeyrek tur çevirerek delikten kurtarırsın. Kepenkleri ne çok sert ne de çok yumuşak, tam kıvamında yukarı doğru ittirerek çaresiz şekilde açılmayı bekleyen dükkan kapısıyla karşı karşıya kalırsın. Ve o anda duaya başlarsın, anahtarı soktuğun anla besmeleyi, çevirip kilidi açıp kapıyı çektiğin yerle veleddalin amin’i denk getirerek gerçek bir ayin gibi süreci tamamlarsın.

Kapılar açıldıktan sonra dükkanın önü kısaca süpürülür, mallar dışarı çıkartılır, itinayla dizilir. Sonra dükkanın içi süpürülür. Burada yere hafifçe su serpilir ki toz kalkmasın, sonra da paspas çekilerek süreç tamamlanır ve kahvaltı seansına geçilir. Sabahları poğaça, börek ve ayran candır. O yaşlarda çayı hiç sevemedim ben. Çay sanki büyük içeceğiydi, amcalar için dedeler içindi. Ben çocuktum. Oralet içerdim. İşte yine böyle başlayan bir Cumartesi günü teyzem dükkana geldi. Üstünde benim en sevdiğim sarı LCWaikiki tshirt vardı. Tam önünde kocaman bir LCW maymunu vardı. Hiç unutmadım. Bugün çiz desen çizerim tek karesini atlamadan. Sapsarı. Çok seviyordum o tshirtü. Ver dedim kaç defa, bir kez ben de giyeyim dedim. O kadar sevsem ben de vermezdim. Vermedi. Tam iyice uyuz olacakken yarın sinemaya götüreyim mi seni dedi. “Essah mı kız” dedim. “Götürür müsün gerçekten?” “Götürücem” dedi. Ben hiç sinemaya gitmemiştim. Ne hissedeceğimi bilmediğim çok heyecanlı bir gündü.

Pazar sabahı kalktık, teyzem yine sarı tshirtünü giydi. Uyuz oluyordum ama şu an sinema daha önemliydi. Birlikte Halkalı caddesinden Topkapı minibüsüne binip iki tane incirli alır mısın dedik minübüsçüye. Oradan da Bakırköy minibüsüne indi bindi parasını verip Bakırköy Meydan’a kadar geldik. Ben bu indi bindi olayını hiç anlamadım. Öncelikle binmediğimiz bir şeyden inmemiz mümkün değildi. Sonrasında da bunun halk arasında bir adı yoktu. Yani şoföre para uzatırken bir tane indi bindi alır mısın denmezdi. Şuradan bir tane uzatır mısın denilirdi ve hem şoför hem de minibüsteki herkes o kişinin yakın mesafede ineceğini bilirdi. Bu büyük bir örgütün gizli anlaşma koduydu belki de.

Bakırköy o zaman Sefaköy’de yaşayan bir çocuk için medeniyet demekti. İnsanoğlunun civcivli dünyası burada hayat buluyordu. Resmen medeniyet akıyordu. Times meydanıydı. Herkesin sohbetlerde kullandığı Beyaz Adam kitabevi, dönerciler, Galleria buradaydı. Yürüme mesafesindeydi. Her şey rengarenkti. Sonra farkettim ki herkeste LCW maymunlu tshirtleri vardı. Bir tek bende mi yok arkadaş bu tshirt? Kapalı çarşının yanından süzülerek Sinema 74’e ulaştık. Daha sonradan Renk ve Avşar sinemalarına da gidecektim ama Sinema 74 benim için sezonun ilk transferi gibiydi. İlk aşktı. Sevdaydı. Ulaşılmazlıktı. Rıdvan’dı.

Sinema 74’ün önüne geldik. Teyzem biletleri aldı. Ben bir sanat eserine dokunacak olmanın heyecanıyla sadece duruyor ve aptal aptal sırıtıyordum. Teyzem ne derse yapacaktım. Tshirtü de vermesin, ona daha çok yakışıyordu zaten.

İçeri girdik. “Hangi filmi izleyeceğiz” dedim. “Amerikalı” dedi.

Amerikalı ha! Vay be.

Bir Şener Şen filmiydi. “Amerikalı”




İçeri girdim, bir sürü kırmızı koltuk, üstümde anlamsız bir neşe. O zaman çok paramız yok o yüzden patlamış mısır da alamıyoruz tabi. Ama olsun. Buradayız ya yeter diye düşünüyorum. Girdik içeri, bir abi yer gösterdi bize, geçtik oturduk.

Koskocaman ekranda Şener Şen kovboy şapkası ve kırmızı yeleğiyle uçaktan indi ve şaşkınlığım başladı,film bitti şaşkınlığım bitti. Filmden hiçbir şey anlamadım. Ama çok güzeldi. Büyük büyük izledik. Tek sıra halinde sinemayı terketmek için yürürken koltukları arasında duran açılmamış bir paket Uzun Marlboro buldum. Sigaraya olan mesafemi şöyle anlatayım. Bugün bile bir yerden bakarak yazıyorum Marlboro’yu. Aldım heyecanla teyzeme verdim, sevindi o da. Etrafa baktık, ben bir bağırdım var mı sigara düşüren falan diye. Kimse oralı olmayınca attık çantaya. İlk sinema filmimde “Amerikalı” diye bir film izleyip ilk sinema paramı bir Amerikan sigarasından çıkarmıştım.

60 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Konumuz ne?

Neden insan nereye gideceğini bilmeden kayboluyor arayış çukurlarında? Bir “arıyorum” kisvesi altında sonsuz hata yapma lüksüne sahip...

Kırk

Ve sonra dediler ki bir yaş daha.. Pastanın en kıymetli ve benim de kremasını en sevdiğim yerinden kocaman bir dilim daha aldım. Tüm...

Comments


  • Facebook Social Icon
  • Twitter Social Icon
  • YouTube Social  Icon
  • Instagram Social Icon
bottom of page